Hakikat kelimesinin sözlükteki ve hayatımızdaki anlamı; gerçek, doğru, bir şeyin aslı ve esası olarak tanımlanıyor.
Özellikle dijital çağın kırbacı olan telefonun, son 10 yılda hayatımızı aplikasyonlarla istila etmesinden bu yana neredeyse unuttuğumuz bir sözcük ve bir kavram oldu hakikat.
Aplikasyonlardan gördüğümüz veya kullandığımız verinin, doğruluğuna bile bakmadan peşinden gittik. Hangimiz navigasyondan takip ettiği adrese giderken aracını başka noktada bulmadı ki…
Oysa peşinden giderken kusursuz çalıştığını düşündüğümüz aplikasyonun da hata yapabileceğini hiç düşünmemiştik. Ta ki kendimizi yanlış adreste bulana kadar…
Belki yine de onları sorgulamadan kullanmaktan vazgeçmedik. Çünkü kullanıcı olarak bıraktığımız veriler, algoritmalar sayesinde bizleri daha fazla bağımlı hale getirmeye başladı.
Dijital çağ ve kırbacının hayatımıza kattığı kolaylık ve tembellikler sayesinde düşünmeyi, analiz etmeyi yani işin aslı olan hakikati aramayı unuttuk. Algoritmaların sürüklemesiyle hakikat sözcüğünü de unuttuk.
Öyle ki telefon klavyesine hakikat yazdığınızda, emin misin? başka bir şey demek istemiş olabilir misin? dercesine tırnak içine alınıyor. Bu yazmayı da unuttuğumuzun bir işareti.
Peki Hakikat Yoksa Ne Var?
Dijital çağın ve aplikasyonların ucunda olan kullanıcılar “hakikat nedir?” sorusuna cevap arama zahmetine katlanmadıkları zaman kendilerine göre oluşturdukları sanal gerçeklik içerisinde sığ doğrularla karar vermeye başladılar.
Böylece “algılar” oluşmaya başladı.
Bu algılar hakikatsiz ama kutuplaşmış kullanıcıların kendi gerçeklerinin dışında hiç bir şeyi kabul etmemesine yol açıyor.
Bu da kutuplaştırma politikalarının baskın tavrını her geçen gün daha da arttırıyor.
Ya o taraftan ya da bu taraftan olmak zorunda olduğunuz bir dünya ne kadar özgür ya da gerçek olabilir ki..?
İşte bu yüzden hepimizin hakikate ihtiyacı var!
Nerden Çıktı Bu Hakikat?
Özellikle son iki aydan beri sosyal medya mecraları üzerinden çok yoğun bir gündem yaşıyoruz.
İddialar üzerinden belli bir karara varmak mümkün değil. Bu yüzden hakikat ihtiyacını giderecek kurumların harekete geçmesini ve karar vermesini bekliyoruz.
Bu gündemlerle ilgili TV’lerde konuşan yorumcuların yanında akademisyenlerin bile hakikat yerine sanal ve sığ gerçekleri kutuplaşma prensibiyle savunmaları bizleri hakikatten uzaklaştırıyor.
İşte neredeyse hakikatin yazımını bile unuttuğumuz şu günlerde; iletişimin emeritus profesörü hocam Haluk Şahin’in yazdığı “ Neyin eğri neyin doğru, neyin düzgün neyin yamuk, neyin gerçek neyin sahte, kimin dürüst kimin yalancı, kimin açıksözlü kimin riyakar olduğuna karar veremiyorsanız ve bu konuda başvurabileceğiniz güvenilir bir kaynağın kalmadığını düşünüyorsanız ‘hakikat krizi”nden muzdarip olduğunuz söylenebilir.” sözleriyle bir anda hakikat ve hakikat ihtiyacı gündeme düştü.
Bugünlerde Twitter ve TV’lerde yorumcu, uzman ya da gazetecilerin yeniden kullanmaya başladığı bir sözcük oldu hakikat.
Çünkü bir hakikat krizimiz mevcut!
Bu krizle hakikatin sadece bir kesimin değil herkesin ihtiyacı olduğunu yeniden hatırlamaya başladık.
Hakikati kendi içimizde ve karar vericilerde bulmadığımız müddetçe sanal gerçekler ve oluşturduğumuz kendi doğrularımızın sarmalından kurtulmak mümkün değildir.
Ne güzel söylemiş Peyami Safa “Hakikati seviniz, o da sizi sever; hakikati arayınız, o da sizi arar ve üstüne yalan Çin setleri gibi kalın duvarlar örsün, altında kalan hakikat bir ince iniltiyle, bir hafif rüzgar dalgasıyla, herhangi bir küçük işaretle mevcudiyetini bildirir: Buradayım! der.”
Görülüyor ki kutuplaşmayla, partizanlıkla, yandaşlıkla, kendi doğrularımızla değil yalnızca ve yalnızca doğrularla hakikati aramamız gerekiyor.
Başkaca bir çaremiz de yoktur!
SERDAR ASLAN